İster insan olsun ister memeli bir hayvan, lohusalığın ilk döneminde normal anne sütünden farklı tadı, rengi ve dokusu olan bir sıvı salgılanır. Görünüşü iltihaplı bir sıvıyı andırsa da, içinde harika besin değerleri bulundurur. Bu sıvıya süt demek biraz haksızlık olur. Tıbbi olarak kolostrum olarak adlandırılan bu sıvı yerel halk arasında ‘’ağız sütü’’ olarak da adlandırılır. Doğum eylemi gerçekleştikten sonra anne göğsünden ortalama bir hafta on gün boyunca salgılanan bu sıvı, bebeği hayata hazırlayan mucizevi içeriklere sahip bir dopingdir.
Bu yazımızda kolostrum neden önemli, kolostrum içeriği sadece yeni doğan/bebeklik döneminde mi yoksa ömrümüzün her döneminde mi gerekli bunu masaya yatırmak ve farkındalık oluşturmak istedik.
Kolostrumun iltihaplı bir sıvı gibi görünmesin sebebi, sarı rengi keratonoid olarak adlandırdığımız antioksidan pigmentleri yapısında bulundurmasıdır. Bebek anne karnında iken oksijen ihtiyacını, anneden karşılarken, doğum sonrası kendi solunumuyla karşılar ve vücudu bu yoğun oksijene hazırlıklı değildir. Bu antioksidanlar bebek doğduktan sonra karşılaştığı ve bebeğin alışık olmadığı yoğun oksijen konsantrasyonunun zararlarından bebeği korur.
Kolostrum normal süte oranla protein içeriği olarak da yüksektir. Nedir bu proteinler diye incelediğimiz de ‘’kolostrum’’u kolostrum yapan ana bileşen karşımıza çıkıyor. Kolostrumda anne sütüne oranla 7-8 kat fazla miktarda laktoferrin adı verilen ve esas görevi demiri bağlamak olan mucizevi bir madde var. Laktoferrin bağırsaklarda bulunan demiri bağlayarak, emilimini kolaylaştırmak gibi bir özelliğe sahip. Peki, laktoferrin sadece demir emiliminde mi görevli, tabii ki HAYIR.
Vücudumuzun dış dünyayla bağlantı kurduğu organların yüzeylerine tıpta ‘’mukoza’’ adı verilmektedir. Yani hücrelerimiz mukozalar aracılığıyla gıdayla, havayla temas kurar. Anne karnında çok da ihtiyaç duymadığımız bu mukoza yüzeyi doğduktan sonra bebeğin hızlıca geliştirmesi gereken hücreleridir.
Bu mukoza dediğimiz yüzey akciğerlerimizde oksijenin kana karışmasını, midemizde asit salgılanmasını, bağırsaklarımızda emilimi, cilt yüzeyinde cildin bütünlüğü sağlayan adeta bir zırh gibi bedenimizi içten ve dıştan kuşanan hücrelerdir. Ve muhataplıklarına göre değişen özelliklere sahiptir, mukoza hücrelerimiz.
Bebek doğduğunda dış dünyadan gelecek her türlü etkiye karşı korunaksızdır. Zırhını (mukoza hücrelerini) geliştirebilmesi için, kolostrumdaki bu mucizevi proteine yani laktoferrine ihtiyacı vardır. İşte kolostrumdaki laktoferrin miktarının normal anne sütüne oranla daha yüksek olmasının en büyük sebeplerinden biri bebeğin mukozalarının gelişimidir.
Anne sütünde bulunan yoğun laktoferrin bağırsak mukozasının da gelişimi sağlayarak, sindirim ve emilimi düzenlerken, diğer taraftan antimikrobiyal bir etki gösterek bebeğin bağırsaklarında oluşan ve mikrobiyom adı verdiğimiz bakterilerin doğru bir şekilde gelişimine de katkı sağlamaktadır. Bu sayede bebekte ishal tablosu engellenmiş olur. Laktoferrin bağırsak mikrobiyotasını düzenleyerek bebekte gaz oluşumunu engellerken, erişkinde SİBO dediğimiz tablonun ve geçirgen bağırsağın onarımında görev almaktadır.
Vücudumuzda laktoferrin en sık, intestinal sistem (mide-bağırsak), böbrek, akciğer, mesane, pankreas, karaciğer, erkekte prostat ve spermde, kadında vajinal sıvı gibi vücudumuzun savunmasında yer alan organlarda bulunmaktadır. Yani bedenimizi içten ve dıştan saran tüm organlarımızda yoğun bir şekilde bulunmaktadır.
Yazımızın başında laktoferrinin gerçek görevinin demiri bağlayarak, demirin sağlıklı bir şekilde bağırsaklarımızdan emilip, dolaşıma karışmasından sorumlu demiştik. Demir emilimi bizi kansızlık olarak adlandırdığımız anemi tablosundan korurken, diğer taraftan bağırsak duvarında serbest bir şekilde bulunan demir; oksidan bir etki göstererek, bağırsak mukazosına zarar vererek geçirgen bağırsak dediğimiz tabloya da yol açabilmektedir. Laktoferrin demirin emilimini arttırarak bağırsak antioksidanı gibi de bir görev üstlenmiş olmaktadır. Bağırsaklarımızda bulunan serbest demir aynı zamanda bağırsakta patojen olarak adlandırdığımız zararlı bakterilerin oluşumuna da sebep olabilmektedir, laktoferrin ile bağlanarak emilen serbest demir, patojen mikroorganizmaların kullanımından da kurtarılmış oluyor.
Laktoferrin aynı zamanda güçlü antiviral, antienflamatuar etkinlik de göstermenin yanı sıra kullanmak zorunda kaldığımız antiviral ve antibiyotiklerle sinerjik etki göstererek, bu ilaçların etkinliğini arttırdığını gösteren bir çok çalışma yayınlanmıştır. Yapılan çalışmalarda sık sık üst solunum yolu enfeksiyonu geçiren bireylerde, laktoferrin kullanımın bağışıklık sistemini geliştirerek enfeksiyona yatkınlığı azalttığı, sık hastalanmanın önüne geçtiği, hastalığın daha kolay atlatıldığı gösterilmiş.
2023 yılında yapılan bir çalışmada ise laktoferrin kullanımının geçirgen bağırsak tablosunun tedavisindeki önemine vurgu yapılmış. Laktoferrin bağırsak mukoza hücrelerini tamir ederek, bağırsaklardaki emilimin düzelmesini sağladığı gösterilmiş.
Laktoferrin aynı zamanda bağışıklık sisteminin hızlıca gelişmesini sağlayarak, bizim sağlıklı bir immun sisteme sahip olmamızı da sağlamaktadır.
Sizde sık sık hastalanıyorsanız, geçmek bilmeyen gaz problemleriniz varsa yıllardır demir desteği alıyor olmanıza rağmen kansızlık tablonuz bir türlü gerilemiyorsa, belki de laktoferrin kullanmanız doğru olacaktır. Size ‘’laktoferrin’’ e ulaşmanız için kolostrum bulamayız. Ancak bu yazımızı okuduktan sonra belki şikayetlerinizi bir doktora anlatarak, doktor kontrolü altında laktoferrin desteğinin şikayetlerinize faydalı olabileceğinin farkındalığını sağlayabiliriz.