Yemek yeme davranışı, kişilerin hayatında yalnızca bir besin sağlama ihtiyacının ötesinde çeşitli roller edinmiştir. Vücudun ihtiyaç duyduğu enerjinin sağlanması başlıca amaç olsa da, ikincil ve bazen üçüncül fonksiyonlar kazandığı görülmektedir. Bir şeyler yemek bazen kişinin sevdikleriyle zaman geçirebildiği bir bahane olurken, bazen de doğrudan iyi vakit geçirmenin öznesi haline gelebilmektedir. Böylelikle, beslenmeye dair bedensel ve psikolojik duyumların zamanla hatalı yorumlandığı görülür.
Örneğin, kişi eğer fizyolojik ihtiyaçlarını karşılamak için değil, kendini iyi hissetmek için beslenmeye başlarsa, yemekle olan sağlıklı ilişkisi zedelenir. Beslenmenin asıl anlamını yitirmesi ve yemekle sağlıklı ilişkinin bozulması; psikolojide kendine yer bulan “yeme bozuklukları” semptom kümelerine yol açabilmektedir. Beslenme alışkanlıkları sağlıklı olmayan kişi, hem bedensel hem de psikolojik anlamda iyilik halini kaybedebilir. Bunun bir problem haline geldiğini fark etmek, kabul etmek ve mümkün olan en hızlı şekilde müdahale etmek gerekmektedir.
Nahoş duygular hissettiğinizde, üzüldüğünüzde, öfkelendiğinizde veya stres olduğunuzda bir şeyler atıştırmaya mı koşuyorsunuz? Veya kendinizi, en hızlı ulaşabileceğiniz herhangi bir şeyi yerken mi buluyorsunuz? Eğer öyleyse, beslenmeye yüklediğiniz anlam ve alışkanlıklarınız niteliğini kaybetmeye başlamış olabilir. Yani, doymak için değil, daha iyi hissetmek için besleniyor olabilirsiniz.
Dopamin, vücutta kimyasal bir habercidir; beynin ödül ve haz sisteminde görev alır. Bu habercinin yeme davranışında iki temel rolünden bahsedilebilir:
Birinci işlev, fizyolojik ihtiyaçların karşılanması ve bireyin bu karşılanma sonrasında daha iyi hissetmesi amacını içerir. Temelde bu işlev, insanın hayatta kalma içgüdüsüne hizmet etmektedir. İkinci olarak, yeme davranışı ve ağız yoluyla edinilen tatmin, kişide parasempatik sinirlerin uyarılmasını ve bir tür sakinleşme halinin yaşanmasını sağlamaktadır. Böylelikle kişi, bir şeyler yeme faaliyetinin duygu durumunda bir çeşit yatışma ve huzur sağlamaya hizmet ettiğini keşfeder.
Bu öğrenme doğrultusunda kişi, nahoş duygular hissettiğinde veya strese girdiğinde, bir şeyler yemek ve anlık olarak daha iyi hissetmek ister. Dopaminerjik sistemi uyarmak ve anlık olarak nahoş duyguları uzaklaştırmak, diğer yöntemlere kıyasla daha kolay gelmektedir. Her defasında nahoş hissi yatıştırmak, geçiştirmek veya nötrlemek için de yiyeceklere yönelir. Stresle başka ne yollarla başa çıkabileceğini bilmeyen kişi, aç olmadığı veya ihtiyaç duymadığı halde bir şeyler yiyecektir. Bu durum aynı zamanda bir kaçınma döngüsüdür.
Kendi hisleriyle temas etmede veya duygudurumunu dengelemede aktif rol alamayan birey, bu deneyimlerden uzaklaşmak için anlık bir çözüm arayışındadır. Elbette bu kaçınmalar uzun vadede bir çözüm getirmez; aksine çözümü geciktirir. Uzun vadede psikolojiyi dengeleyebilmek ve stresle başa çıkmak için daha sağlıklı ve verimli yöntemler uygulamak ve başa çıkma stratejileri geliştirmek gerekir.
Yiyeceklere bir besinden fazla anlamlar yüklemek veya beslenmeyi bir çeşit hobi haline getirmek risk barındırır. Kişinin gerçekleştirmekten haz aldığı günlük aktiviteler kısıtlandıkça, yalnızca bir şeyler yemekten zevk almaya başlar ve nahoş duygudurumlarını yönetmede yetersiz kalabilir.
Beslenme veya yeme davranışıyla daha sağlıklı bir ilişki kurmak için stres toleransını arttırma veya yönetimini sağlamak adına daha sağlıklı stratejiler kullanmak gerekir. Uyku düzenini sağlamak, egzersiz yapmak, çözüm odaklı davranmak, yeni hobiler edinmek, kendi kendine vakit ayırmak veya sağlıklı besinleri günlük hayata dahil etmek bu stratejilerden bazılarıdır. Kaçınmalarla süregiden problemlere uzun vadeli, kalıcı çözümler sunmak “harekete geçmeyi” gerektirir!